Farkas ve karısı Eszter’in evlilikleri, oğulları Bruno ile ilgili olarak sarsıntılı bir süreçtedir. Tahammülsüz bir baba ile her istediğini yapan bir annenin arasında sıkışıp kalan Bruno, sinir bozucu hareketleri ve bitmek tükenmek bilmeyen istekleri ile sürekli kriz yaratır. Yine böyle krizli bir gece yarısı, Eszter’in ablası Ernella, kocası Albert ve kızları Laura’nın zorunlu ziyaretleriyle bir süre birlikte yaşamak zorunda kalırlar.
Ve herkes eteğindekileri dökmeye başlar.
* * *
Oyun perde açıldığından 95 dakika sonrasında kapanana kadar oldukça yüksek bir tempoda ve kahkahalar arasında ilerlese de seyirciyi güldürdüğü her bir sahnenin özünde oldukça derin yaralarla yüzleştiriyor seyirciyi. Tahammülsüz babalar, çocukluk travmalarını hayatlarının her bir köşesine yansıtan anneler ve bu gel-gitler arasında sıkışıp kalmış iki çocuk. Güldüğümüz her noktada o kadar derin bir yara var ki, oyunun tamamında sadece adı baba olarak geçen ve sembolik olarak dekorda fotoğrafı bulunan Haluk Bilginer’in bu iki genç kadının hayatında nasıl derin çukurlar açtığını adım adım izliyorsunuz.
Bugüne kadar izlediğim diğer oyunlardan farklı olarak oyunda yer alan, içeriden gelen TV sesi, arka planda çalan enfes melodiler ve yerinde kullanılmış ışık düzeni ile oldukça etkileyici bir akışının olduğunu söylemeden geçmek istemem. (Tolga Çebi’yi müzikler konusunda başlı başına tebrik etmek gerek.)
Her birimiz bedenen büyürken küçüklükte yaşadıklarımızı zihnimizde hapsedip, bedensel olarak ne kadar yaşlanırsak yaşlanalım o birikenleri daha sonra çevremizdekiler aracılığıyla nasıl kusuyor ve zehrimizi akıtmaya çalışıyoruz, bunu aşama aşama görmek için şahane bir oyun “Daha İyi Günlerimiz Olmuştu”
Tuna Kırlı ile daha önce Maraton oyununda izlediğim Tolga İskit’in karşılıklı hesaplaşmaları ve sonunda belki de birbirlerine omuz vermelerinin, karşınızdaki kişinin sizin bir aynanız olabileceğinin ve aslında belki de oluşan öfkenin kendi kusurlarınızdan kaynaklandığının anlaşılması için çok iyi bir örnek diye düşünüyorum.
Benzer şekilde birbirlerini farklı açılardan değerlendiren Eszter ve Ernella’nın tüm sözlerinin belki de babalarının hatalarının yansıması olması da muhtemel. İpek Türktan Kaynak’ın düşünceli kardeş
hallerinin Pınar Çağlar Gençtürk’ün avare abla tavırlarına karşılık nelere yol açtığını izleyip görmeniz lazım.
Ve çocuklar… Onlar zaten bu 4 kişi arasında sıkışıp kalmış, kendi dünyalarını yaratamayan birer figür sadece. Sena Başdoğan “sorunlu olmak zorunda kalan ergen” profiliyle çok çok iyi oynuyor. Berke Karabıyık’ın da hemen her yerde gördüğümüz “yaramaz çocuk” ile “tatminsiz çocuk” arasındaki geçişleri çok iyi.
“Daha İyi Günlerimiz Olmuştu” ritmi çok yüksek, oldukça komik ama güldürdüğü her sahneyi boğazınızda düğümleten, gerilim dozu kıvamında bir oyun.
Oyun Atölyesi’nin temeli sağlam yönetmeni Muharrem Özcan’ın harika rejisi ile perde açmaya devam eden oyunu kaçırmayın derim.
Dünya Tiyatrolar Günümüz Kutlu olsun.
İyi Seyirler. 😊
Kıvanç Koca
Comments