Hayallerini, hayatın akışı içerisinde kovalarken fark etmeden, çevresinin yardımıyla ama kendi elleriyle gömen bir kadın: Suzy Storck
Suzy, kocası ve çocuklarıyla yaşadığı küçük evinde sıradan bir hayat sürdürüyor. Çocuğu ile ilgilenebilmek için artık çalışmıyor, çamaşırları asıyor, evi süpürüyor, günün olması gerektiği gibi işlemesi için gerekenleri yapıyor. Başkalarının ona sunduğu “olması gereken hayat”taki gibi. Tüm bunları yaparken her geçen gün, her geçen saat, her an kendinden adım adım uzaklaşıyor. Kaçmak istiyor ama kaçamıyor. Hatta her kaçma girişiminde biraz daha bataklığa saplanıyor. Çünkü o mutluluğu ararken sadece çevresini mutlu ettiğinin ama bunun da kendi mutluluğunu engellediğinin farkına çok geç varıyor. Ve nefes almaya devam etmesine rağmen ruhu için hayat bir süre sonra duruyor.
Moda Sahnesi’nin bu sezon sahnelenmeye başlayan yeni oyunu Suzy Storck’ta aslında bilmediğimiz bir hikaye anlatılmıyor. Yüzyıllar boyunca ruhu esir düşen kadının zaman ve mekan değişse de aynı esaret hissiyatını nasıl yaşadığını ve bunda “elalem” denilen uzak ya da yakın çevrenin nasıl etkili olduğunu dolandırmadan, gözümüze soka soka bir güzel anlatıyor.
Onun yerine karar veren bir koca, “Böylesi her zaman daha iyi, otur çocuğuna bak, evini topla, kocanı bekle.” kıvamında tiratları olan bir anne hatta iş görüşmesine gittiğinde Suzy’nin nasıl biri olduğunu anlamaktan ziyade basmakalıp cümlelerle yaftalamaya çalışan hemcinsi, onun çevresini kapkara duvarlarla örmüş durumda. Oysa Suzy’nin derdi evlilik, çocuk, ev işlerinden ziyade birey olarak kabul görmek. Ama buna izin yok. Onu çevreleyen her birey kendi gerçekliğini Suzy’e dayatma peşinde. Dayatmaya devam ettikçe de Suzy’nin çevresinde duvarlar yükselmeye devam ediyor. Ediyor etmesine de nereye kadar?
Oyunun konusu ve akışı bu şekilde. Peki ya oyuncular ve oyunculuklar?
Suzy’e hayat veren Reyhan Özdilek’in performansına şapka çıkarmalı. Oldukça akıcı, abartısız, ruhun ezilmişliğini yansıtan oyunculuğunu seyretmek çok güzel. Aynı şekilde annesini oynayan Aybanu Aykut’un sinir bozucu halleri için kendisini ayakta alkışlarken, bizi mitolojik döneme götürüp bir anda günümüze geri getirerek “Nasıl yani yüzyıllar boyu hep mi bunlar yaşanmış?” dedirten Çağlar Yalçınkaya’yı da tebrik etmeden geçemeyeceğim. Ancak oyunun en büyük alkışı hayatının anlamını elinden aldığı kadını yönetmeye çalışan Mert Şişmanlar için gelsin. O kadar iyi ve o kadar samimi oynuyor ki sahneye inip “dalmak” istiyorsunuz kendisine. (Ben şahsen istedim ama yapmadım tabi. 😊 Çok iyi oynuyor çok.)
Oyunun yönetmeni Kemal Aydoğan’ın, Moda Sahnesi’nin diğer oyunlarında olduğu gibi yine mesajı net verme derdi ile ince eleyip sık dokuduğunu söyleyebilirim.
Her dönemin toplumunda kadının adını, yerini ve ona neler yaşatıldığını dışarıdan bakan bir göz olarak izleyebileceğiniz iyi bir oyun Suzy Stork. Yalnız, gidecekler için şu uyarıyı da yapmadan geçmeyeyim: Hikaye çok tanıdık, çevrenizden hatta kendinizden bir şeyler görüp rahatsız olabilirsiniz.
Hatta olabilirsiniz de değil, olacaksınız; net.
Keyifli günler, iyi seyirler dilerim.
Kıvanç Koca
コメント